Temuçin Aygen, Türkiye'de mağaracılık spor ve araştırmalarını ekip çalışması olarak başlatan kişidir. Türkiye’de ilk mağara araştırma derneği kendisinin başkanlığında kurulmuş ve birçok gence mağaracılık sporunu sevdirerek örnek bir araştırmacı olmuştur.

1921 yılında İstanbul’da doğan ve 1938 yılında Boğaziçi lisesi'ni bitiren Dr. Aygen, 1945 yılında İsviçre’de Cenevre üniversitesi Jeoloji ve Mineraloji Bölümünden mezun olmuştur. 1947 yılında yurda dönen Aygen, 1950 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümünde fahri asistan olarak çalışarak, 1951 yılında İstanbul Üniversitesi'nden Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir nezdinde "Balya Bölgesi'nin Jeolojik İncelenmesi" konulu doktora teziyle doktor unvanını almıştır.

1950–1951 yılları arasında MTA’da saha jeologu olarak çalışmalarına devam etmiştir. 1952 yıllından itibaren İller Bankası'nın su mühendisliği bölümünde uzman olarak çalışmaya başlamıştır. Bu birimde çalışmalarını sürdürürken; Anadolu’daki Antakya, Konya, Muğla gibi çeşitli illerde karstik alanlardan su temin edilmesi ve hidroelektrik santrallerin verimliği üzerinde çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmalarında, su karstik alanlardan temin edildiğinden ilk mağaracılık tecrübelerini yaşamaya başlamıştır.

1958 yıllında hidroelektrik santraller ve hidrojeoloji üzerine incelemelerde bulunmak üzere iki aylığına gittiği Fransa ve İsviçre’de mağaracılık bilimiyle yakından ilgilenmiş ve buradaki speoloji kulüpleriyle temasa geçmiştir. Bu kulüplerden Paris speoloji kulübü’nden araştırmacılar, ileride Aygen’in davetiyle Türkiye mağaraları'nı araştırmaya gelerek birçok mağarayı keşfetmiş ve haritalamışlardır.

Yurda döndükten sonra devlet su işleri’nde çalışmaya başlayan Aygen 1959 yılında "Mağaralar ve Yeraltı Irmakları" isimli ilk kitabını yayınlamıştır. Bu kitabında mağaracılığın tarihçesi, mağaracılık sporu, mağaraların oluşumu, mağara canlıları, dünyadaki büyük mağaralar ve Türkiye’de mağaralarda yaşadığı tecrübeler hakkında birçok batı Avrupa ülkesi'nde yayınlamış olan kitapları ve raporları kaynak göstererek detaylı bilgiler vermiştir. Üzerinden yaklaşık olarak kırk sene geçmesine rağmen mağaralar ve mağaracılık konusunda yayınlanmış bu kadar kapsamlı başka bir Türkçe kaynak yoktur.

1964 yılında Ankara’da Türkiye'deki ilk mağara araştırma derneği'ni kurarak, mağara araştırmalarının daha organize ve düzenli hale gelmesini sağlayan Aygen, 1966 yılında batı Avrupalı ülkelere "dünyanın en büyük yeraltı kaynağını gelin ve araştırın" çağırısında bulunarak Avrupalı speologları Türkiye’ye davet eder. Bu çağrı adresini bulur ve Avrupa’dan speologlar Türkiye’nin mağaraları'nı araştırmaya gelirler ve Paris speoloji kulübü'nün başkanlığı'nı yapmış olan Claude Chabert bir yazısında "Türkiye’de 1965–1971 yılları arasındaki mağara araştırmalarını Temuçin Aygen’in keşifleri sayesinde olduğunu ve ona karşı kendilerini çok borçlu hissetiklerini" belirtir. 1965 yılından itibaren Paris speoloji kulübü’nden araştırmacılarla birlikte Toroslar'da birçok mağara keşfedilip araştırılmaya başlanır. Bu araştırılan mağaralarından bazılarını örnek vermek gerekirse; dünyanın en büyük pınarlarından biri olarak kabul edilen dumanlı mağarası, Antalya’da harika oluşumlara sahip Altınbeşik düden suyu mağarası bunlarından birkaçıdır. Bu mağaraların ayrıntılı olarak haritaları araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.

1963–1968 yılları arasında da DSİ Genel Müdürlüğü ve özel sektörde içme ve sulama suyu, hidroelektrik santral ve baraj projelerinde müşavir ve uzman jeolog olarak, 1968–1977 yılları arasında İller Bankası Genel Müdürlüğü'nde Jeoloji Fen Heyeti Müdürlüğü yapmıştır.

1975 yılın'da Temuçin Aygen Toroslar bölgesi’ndeki mağara araştırmalarını batı Karadeniz’e kaydırmış ve Avrupalı araştırmacılarla birlikte birçok mağara keşfetmiştir. Bu araştırmalardan önce 1952 yılında İsveçli biospeolog kunt Lindbergh Zonguldak’ta Ilıksa Mağarasını keşfetmiş, 1971 yılında ispanya Barselona speoloji kulübü’nden gelen bir grup Çayır Köy Mağarası'nı ve Ilıksa Mağarası’nın geri kalan kısmını keşfetmiştir. 1975 yıllında Aygen İngiliz araştırmacılarla birlikte, Kızılelma, Cumayanı ve Gökgöl Mağaralarını gün ışığına çıkarmıştır.

1984 yılında Toroslar ve batı Karadeniz’deki mağaraların güzelliklerini; fotoğraflar, haritalar ve yazılarla ortaya koyan ikinci kitabı "Türkiye’nin Mağaraları" nı yayımlamıştır. Bu kitap Türkiye’nin mağaralarını dünyaya tanıtması açısından son derece önemlidir.

1988 yılında üçüncü kitabı olan "Türkiye’nin Bilinmeyen Doğal ve Arkeolojik Değerleri" ni yayımlamıştır. Bu kitabında, Kars’tan Antalya’ya, Konya’dan Van’a, Bolu’dan Mersin'e Türkiye’deki pek çok doğal ve arkeolojik zenginliğini gözler önüne sermiştir. Zaten kitabın önsözünde amacının Türkiye’nin bilinmeyen güzelliklerini insanların dikkatine çekmek olduğunu yazar. Kitaptaki fotoğrafların bazılarının Ara Güler'e ait olması kitaba ayrı bir renk katmıştır.

Mağara bilim'ini yani speleoloji'yi ülkemize ilk kez Dr. Aygen tanıştırmıştır. 1964 yılında «Türkiye Mağara Araştırma, Tanıtma ve Turizm Derneği»'ni kurmuş ve zaman zaman yabancı ülkelerden memleketimize davet ettiği mağaracılarla birlikte 40 yıl süreyle Türkiye mağaralarını incelemiştir. Türkiye’nin doğal değerlerini kendi deyimiyle bir "hobi" olarak yakından incelemiş, birçok bilinmeyen değerimizi ortaya çıkararak «Milli Parklar» kapsamına alınmasını sağlamıştır.

Hemen hemen Avrupa’nın tüm ülkelerine, Çin ve Amerika birleşik devletlerine davet edilmiş, birçok uluslararası kongreye ülkemizi temsilen katılmış, ülkemizde ve yabancı ülkelerde bu konuda sayısız konferanslar vermiştir.

Aygen, mağaracılığın dışında, Türkiye’nin doğal ve arkeolojik zenginlikleriyle ilgilenmiş, bu konuda birçok makale ve bildiri yayınlamıştır. Manavgat’ta ki dünyanın en büyük pınarı olan dumanlı mağarası ve bu bölgede yer alan roma suyolu, Likya şehirleri, Pamukkale travertenleri, nemrut'taki devasa heykeller araştırma yaptığı bazı arkeolojik zenginliklerimiz arasındadır. Aygen arkeolojiye olan bu merakını Türkiye’de batı Akdeniz’de hüküm sürmüş olan Likya imparatorluğuyla ilgili "The Blue Paradise of Lycia" ile pekiştirirerek yine Türkiye’nin tanıtımı için çok önemli bir kaynak daha oluşturmuştur. Mağaracılık çalışmalarına hiçbir dönem ara vermeyen 1992 yılında ülkemizin doğa sporları konusunda önde gelen kulüplerinden Todosk'un kurucu üyeleri arasında yer almıştır.

Dr. Aygen’in Türkiye’nin az bilinen arkeolojik ve doğal değerleri konularında 60.000'den fazla renkli dia ve 8 mm. lik zengin bir film koleksiyonu oluşturmuştur.

Büyük ebatlı (50x70 cm) 150 tabloluk bir fotoğraf koleksiyonunu Türkiye’nin çeşitli kentlerinde sergilemiştir.

1978–1988 yılları arasında Kaş’da denize karışan yeraltı dereleri üzerindeki karstik bilimsel araştırmalarını sürdürdükten sonra Antalya’ya yerleşmiş ve son yıllarına kadar yoğun bir şekilde konferans ve yayın faaliyetleriyle uğraşmıştır.

Dr. jeolog Temuçin Aygen, uzun süre mücadele ettiği hastalığa yenilerek 25 Ocak 2003 tarihinde, 81 yaşında Antalya’da hayata gözlerini kapatmıştır.

Temuçin Aygen yaptığı çalışmalar ve araştırmalarla Türkiye’de birçok gence örnek olmuştur ve örnek olmaya devem etmektedir. Hiç kuşkusuz Türkiye’de mağaracılık sporunun ve araştırmalarının bu aşamaya gelmesinde kendisinin çok büyük payı vardır. toprağı bol olsun...

www.tamag.org

MAĞARALAR VE MAĞARACILIK

Mağara Nedir?

Mağara, yüzeyle bağlantısı olan ve en az bir insanın sürünerek girebilmesine olanak verecek genişlik ve yüksekliğe sahip olan yeraltı boşluklarıdır. Bazı mağaralar lavların soğuması sırasında içlerinde bulunan boşluklardan da meydana gelebilir; fakat bu mağaralarda zehirli gaz çıkışları olması ihtimali nedeniyle girilmesi tehlikelidir. Buz içinde oluşan mağaralar da vardır.

Kireçtaşı, dolomit, mermer, jips, tuz, kalsit çimentolu konglomera ve kumtaşı gibi erimeye uygun karbonatlı ve sülfatlı kayaların, yeraltı suları tarafından eritilerek aşındırılmasıyla meydana gelen mağaralara karstik mağaralar denir. Bu tür mağaralar oluşum açısından en zengin mağaralardır.

Diğer Karstik Oluşumlar:

Lapya:
Üzerlerinde toprak örtüsünün bulunmadığı çıplak kireçtaşlarının yağış suları tarafından eritilmesi ve aşındırılması ve ya toprak altında biyolojik CO2'in yoğun eritme gücü sonucu oluşan oluk şekilli çukurluklarla bunlar arasındaki genellikle keskin görünüşlü sırtçıklardan oluşan mikro karstik şekillerdir.

Dolin:
Karstlaşma sonucu oluşmuş(lapyaların birleşmesiyle), boyutları bölgenin karstik özelliklerine bağlı olarak değişen, kapalı ve ya yarı açık çukurluklar.

Obruk:
Yatay ve ya yataya yakın tabakalı kireçtaşlarında bulunan yeraltı nehirlerinin ve ya aktif mağara tavanlarının çökmesi sonucu oluşmuş baca ve ya kuyu görüntüsü veren derin çukurluklardır.

Uvala:
Karstik bir sahada oluşan dolinler zamanla genişler ve derinleşirler. Bu durumda jeolojik olarak çok kısa bir zaman diliminde dolinler'i ayıran kısımlar ortadan kalkar ve dolin çukurları birbirleriyle birleşir. Bu yolla meydana gelen karstik oluşumlara uvala adı verilir.

Polye:
Karbonatlı kayalardan meydana gelmiş yüksek dağlar arasında bulunan geniş düzlük ve ya ovalar.

Düden (subatan):
Dolin, uvala ve polye gibi yüzeyden kapalı havza ya da çukurlukların tabanında ve ya kenarında bulunan ve buralara gelen suları yeraltına drene eden şekillerdir.

Kaynak (suçıkan, pınar):
Mağaralarda ve ya yeraltı dehlizlerinde toplanan suların hidrostatik basınç altında ve bazen sanki büyük bir akarsu oluşturmak istercesine yüzeye çıktıkları bu kaynaklara da suçıkan adı verilir.

Mağaralar nasıl oluşur?

Doğadaki hemen hemen bütün taşlar suda erir; ancak erime yoğunlukları taşın kimyasal yapısına göre değişir. En çok eriyen taş kaya tuzudur. Alçı taşı da (jips) bir başka kolay eriyen taş türüdür. Kireç taşı, deniz ve akarsu diplerinde ölmüş hayvan kabukları ve kemiklerinin üst üste birikimi sonucu oluşan organik biriktirme kayasıdır. Kireç taşı asidik suda erir. Yani su erimiş halde CO2 ihtiva ediyorsa, kireç taşını eritir. CO2 ise hava ile nispeten bitki ve ağaç köklerinde bulunur.

Bir mağaranın oluşabilmesi için temel koşul içinde suların hareket edebileceği bir çatlak ya da yarık sisteminin bulunmasıdır. Bu çatlaklar aynı ve ya farklı kaya yapıları arasında çatlaklar ile fay çatlakları da olabilir. Asidik su basınç altında kayalardaki bu ince çatlaklara girerek kireçtaşlarını eritmeye başlar. Başlangıçta yarık ve çatlaklar geniş olmadığı için erime her yönde olsa da daha çok derinlemesine bir gelişme olur. Daha sonrada su çatlak sistemini genişleterek mağaranın ana hatları meydana getirir. Genel olarak kalın kireç taşı katmanlarında dikey mağaralar, yatayda geniş kireç taşı katmanlarında ise yatay mağaralar meydana gelir.

Mağaralara çekiciliği veren içinde gelişmiş olan çökellerdir. Bu çökeller sarkıt, dikit, sütun, yaprak, makeroni, inci ve perde gibi oluşumlardır. Bu oluşumlar, yeryüzündeki bitki, toprak ve kayalardan süzülerek gelen suyun içindeki CO2 miktarının mağara havasındakinden fazla olması durumunda meydana gelir. Sudan havaya CO2 transferi sırasında tavanda kireç çökelmesi sarkıtları, yere damlayan sular ise dikitleri oluşturur. Sarkıt ve dikitlerin birleşmesi ise sütunları oluşturur. Bu oluşumların meydana gelmesinde mağaranın üzerindeki kireç taşı biçimlenmesinin kalınlığı, biçimlenmenin üzerindeki toprak kalınlığı ve bitki örtüsü önemli rol oynar.

Mağaraların güzelliği bu oluşumların zenginliği, farklılığı ve renkleri ile ifade edildiğinden mağaracının ilk görevi bu oluşumlara zarar vermemek ve verilmesini engellemektir.
Mağaralar da canlılar gibi gelişimleri sonunda yok olurlar. Mağaraların yok olması tavandaki ve yan duvardaki kaya bloklarının gevşeyerek düşmeleri ile başlar ve bu blokların mağara boşluklarını bloke etmeleri ile son bulur. Gelişimi sona ermiş mağaralara fosil mağara, gelişimi devam edenlere ise aktif mağara denir.

Türkiye, mağaralar açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olmasına rağmen araştırmalara geç başlanmıştır. Yaklaşık olarak 40.000 tane olduğu düşünen Türkiye Mağaralarının çoğunluğu, Orta ve Doğu Toroslar ile Batı Karadeniz bölgesinde yer almaktadır.

Mağaracılık:

Mağaraların araştırılması ve incelenmesi ilgilenilen bilim ve spor dalıdır. Mağara Bilimi(Speleoloji), sporla bilimin iç içe olduğu yegâne doğa sporudur. Bünyesinde yürüyüş, kampçılık ve ip inişi gibi birçok sportif alanı; ölçüm, haritalama gibi uzmanlık alanlarını; jeoloji, hidrojeoloji, biyoloji gibi bilim dallarını barındırır.

Mağaracılık birbiriyle uyumlu ve iyi anlaşan bir ekiple gerçekleştirilebilir. Bireysel yapılabilecek bir spor değildir. Mağaracılığı çekici kılan ise yerin yüzlerce metre altındaki birbirinden güzel oluşumlar, bilinmeyen ve karanlık gibi sebeplerdir.

Türkiye'de bilinen ilk mağara araştırması 1927 yılında Raymond Hovasse tarafından İstanbul Yarımburgaz Mağarası'nda mağara canlıları üzerinde yapılan çalışma olmasına rağmen, ekip olarak ciddi anlamda ilk çalışma 1955'te Temuçin Aygen ve arkadaşları tarafından Konya Maraspoli Mağarası'nda yapılmıştır.

Temuçin Aygen tarafından 1964'te kurulan Mağara Araştırma Derneği halen çalışmalarına devam etmektedir. 1973 yılında ise Türkiye'nin ilk üniversite mağaracılık kulübü Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü kurulmuştur. Bu kulüp Türkiye'nin en derin mağarası olan Peynirlikönü(Evren Günay Mehmet Ali-EGMA) Mağarası'nın araştırmasına devam etmektedir. İçel - Anamur'daki bu mağaranın derinliği 1429 m.dir.

Bu oluşumların dışında Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Mersin Üniversitesi mağara araştırma kulüpleri; Eskişehir Mağara Araştırma ve Ege Mağara Araştırma Grupları; Toros Doğa Sporları Kulübü bünyesindeki Temuçin Aygen Mağara Araştırma Grubu ile Anadolu Speleolojik ve Karstik Araştırmalar Derneği çalışmalarına devam etmektedir. Bu oluşumların tümü Türkiye Mağaracılar Birliği(TMB) adı altında toplanarak, çalışmalarını ve bilgilerini paylaşmaktadır. Bu birlik son zamanlarda çok önemli olan mağara kurtarma çalışmalarına ağırlık vermiştir. Ayrıca mağaraların korunması, mağaraların ve mağaracıların envanterinin oluşturulması, eğitim ve araştırma standartlarının oluşturulması gibi çalışmalarda bulunmaktadır.

İzmir'de şuan Dokuz Eylül Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü(1994), Ege Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü(1996), Anadolu Speleolojik ve Karstik Araştırmalar Derneği(2005) ve Ege Mağara Araştırma Grubu(2005) çalışmalarına devam etmektedir. Ege Mağara Araştırma Grubu gelecek zaman içerisinde dernekleşmeyi planlamaktadır.

Mağaraların taşınmaz birer kültür varlığı olduğu unutulmadan korunması gerekmektedir. Gelecek nesillere aktarılacak en önemli güzelliklerden biri olacak mağaraların korunması açısından:

-Mağaralarda yapılacak define vb. amaçlı izinsiz kazı ile tahribatlara engel olmak,
-Tahribatların olduğu mağaraları Türkiye Mağaracılar Birliği'ne bildirmek,
-Araştırması yapılmamış mağaraların en yakın araştırma gruplarına bildirilerek kayıt altına alınmasını sağlamak,


Etkili olacaktır.

Arda PEKSEV
Ege Mağara Araştırma Grubu



www.patikatrek.com

TÜRKİYE’DE MAĞARABİLİM

Türkiye’de ilk ciddi mağara araştırması Dr. Abdullah Bey tarafından Yarımburgaz Mağarası’nda yapıldı (“Die Umgebung des See’s Kütchück-tschekmetché in Rumelien”, Verhandlungen der k.k. Geologischen Reichsanstalt, No: 12 (30 September 1869), s. 263-265).

İkinci araştırma ise 1922 yılında G. Moretti tarafından Kocain (Ahırtaş)’ta yapılmıştır (“In Daghinda Quogia In” Annuario Della Reale Scuola Archeologica di Atene, no 6-7, 1923-24, s. 509-546). Bu yayındaki Kocain haritası Türkiye’nin en eski mağara haritası olma özelliğine de sahiptir.

Hovass tarafından 1927 yılında yapılan Yarımburgaz araştırması ise üçüncü araştırmadır ve ikinci en eski haritaya sahiptir.

Türkiye’de mağara araştırmaları Jeolog Dr. Temuçin Aygen sayesinde 1950'li yılların ikinci yarısından itibaren ivme kazanmıştır.

Temuçin Aygen’in 1964 yılında kurduğu, o günkü ismi ile Türkiye Mağara Araştırma Cemiyeti ya da bugünkü ismi ile Mağara Araştırma Derneği, yurdumuzun ilk mağaracılık kuruluşudur.

İkinci olarak, 1973 yılında Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü (BÜMAK) kurulur.

1970'li yıllar, Toroslarda, Fransız mağaracıların faaliyet gösterdiği dönemlerdir. Bu yıllar boyunca, özellikle de Oymapınar Barajı’nın yapımında görevlendirilen Fransız mağaracılar, T. Aygen’in de yardımları ile birçok mağara bulmuş ve araştırmıştır.

Bugün Türkiye’de, büyük bir kısmı üniversitelerin çatısı altında, bir kısmı da bağımsız birçok mağaracılık kulübü ve derneği, bunlara kayıtlı 200'ün üzerinde mağaracı vardır. Türkiye Mağaracılar Birliği-TMB ise 1994 yılında kurulmuştur.

TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE MAĞARALAR

Paleolitik/Epipaleolitik (Eski Taş/Yontma Taş Çağı):

Tarihöncesi uygarlığının gelişme sürecinde, kültürel evrelerin en uzunu ve buzul çağlarının kültürel karşılığı olan; insanlığın ilk ortaya çıkışından, MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar süren arkeolojik çağ. Bu çağda çaytaşı, çakmaktaşı, hayvan kemikleri ve ağaç gibi doğal maddelerden yapılan ilk aletlerin kullanılmaya başlandığı ve insanların mağara, kaya sığınağı gibi yerlerde "büyük gruplar"/"kalabalık aileler" biçiminde yaşadıkları bilinmektedir.

Neolitik (Yeni Taş/Cilalı Taş Çağı):

İnsanın yoğun avcılık-toplayıcılıktan üretime, göçebelikten yerleşik yaşama geçtiği, MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesinden başlayan ve "İlk Üretimciliğe Geçiş Evresi" olarak da adlandırılan Neolitik Çağ'ın en önemli özelliği, besin sorunlarının çözümüyle gerçekleştirilen büyük bir "devrim" olmasıdır.

Kalkolitik (Bakır Taş Çağı):

Adını taşın yanısıra bakır kullanımından da alan Kalkolitik Çağ, kültür tarihinde ilk ön kent kültürlerinin başladığı dönem olarak bilinir. Yeni veriler, madenin ilk işlenmesinin Neolitik Çağ'ın Çanak Çömleksiz evresinde başladığını ortaya koymuşsa da, kullanımının çeşitlenmesi ve yaygınlaşması bu dönemde gerçekleşmiştir. MÖ yaklaşık 5.000-3.000 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ, İlk, Orta ve Son olmak üzere üç aşamada incelenir.

İlk Tunç Çağı:

Anadolu ve Trakya'da yaklaşık MÖ 3.000-2.000 yılları arasına tarihlendirilen İlkTunç Çağı, genel karakteri ile üzerinde tapınak ve idari binaların da bulunduğu organize, tahkimli, bağımsız şehir devletlerinden oluşan bir dönemi kapsar. Bu dönem yeni sosyal, dinsel ve teknolojik değişime tanıklık eder.

Bu doküman 08-03-06 tarihinde TAY Projesi tarafından hazırlanmıştır

www.tayproject.org

CAVING IN TURKEY

Historically, speleological activities in Turkey has been initiated by one man, Temucin Aygen, with the great help from foreign cavers who has been interested in Turkey’s vast karstic areas. In mid-1960’s, Temucin Aygen, aware of the potential of Turkey, invited cavers to explore the caves of Anatolia. Although Turkish Speleological Society was established in 1964, together with Temucin Aygen, there were only limited Turkish people interested in this strange business.

With increasing expeditions, very important explorations have been accomplished. Dumanlэ-Kembos system (1966), Altinbesik Düdensuyu (1967), Düdencik (1967,Turkish depth record till 1989), Pinargozu resurgence (1970,one of tallest caves in the world & longest cave in Turkey), Tilkiler Düdeni (1976-80) second longest cave in Turkey are some examples of foreign expeditions.With these expeditions and contributions from foreign cavers, slowly but surely raised the interest towards caving in Turkey. Within this sense, we are grateful to foreign cavers. Out of the little group of Temucin Aygen, students formed the first speleological society in Bogazici University in 1973. After various explorations and more than 350 new caves, Turkish depth record has been realised in 1989 in Cukurpinar sinkhole by BUMAK (-1190 m).

Today, there are more than 10 clubs and societies dealing with caves & caving. The number may seem strange and little, especially compared to Europe. But we can easily say that this is just the beginning and building of caving culture in Turkey. At the moment, as of spring 1997, out of first ten deepest caves, eight of them have been discovered by Turkish cavers. Self-sufficiency, creation of culture, communication and better relations among Turkish cavers inevitably fires the question of our relations with foreign cavers. In November 1994, Turkish cavers had their second speleological symposium, held in Ankara. One of the most important part of the symposium was the declaration of "Turkish Cavers Union" by BUMAK and MAD (speleogical association established by Temucin Aygen in 1964).

www.balkan-speleo.org

ANTALYA MAĞARALARI

Antalya, mağara oluşumu bakımından oldukça zengin bir ilimizdir. İlimiz Toros dağ kuşağının eteklerinde kurulmuştur. Toros dağları ana iskelet bakımından genellikle kireç taşlarından (kalkerlerden) oluşmuştur. Mağaraların büyük bir çoğunluğu da bu jeolojik formasyonlar içinde bulunmaktadır. Antalya'da yaklaşık 500 kadar mağara bulunmuştur. Ancak sadece birkaç tanesi uluslararası önem taşımaktadır. Bunlardan; Antalya merkez ilçeye bağlı Prehistorik Karain Mağarası ile Alanya'daki Damlataş Mağarası turizme açılmış mağaralardır. Ayrıca; Altınbeşik, Düdensuyu Mağarası, Kocain Mağarası, Dim Mağarası ve Mavi Mağara en kısa zamanda turizme açılması gereken mağaralarımızdır.

Karain Mağarası
Antalya'nın 27 km kuzeybatısında bulunan Karain Mağarası, merkeze bağlı Yağca Köyü içindedir. Prehistorik tarih öncesi değeri olan mağara, Batı Toros kalker kuşağının tarverten ova ile teşkil ettiği sınırda, yamacın 80 m kadar üstünde, denizden 370 m kadar yükseklikte bulunmaktadır. Karain Mağarası, ilk kez 1919 yılında Antalya şehrinin kısa bir süre italya işgali altında kaldığı sırada italyan Gaiseppe Moretti tarafından bulunmuştur. Yapılan prehistorik araştırmalar ve kazılardan ortaya çıkan bulgulardan, Karain Mağarası'nın Orta Paleolitik (Yontma Taş Devri) çağlarında sürekli iskan gördüğü anlaşılmaktadır. Klasik çağlarda da bu iskanın devam ettiğini ve mağaranın kutsal bir adak ve tapınma yeri olarak kullanıldığını bilhassa dış duvarlar üzerindeki kitabelerden anlıyoruz. Karain Mağarası'ndaki kültür katları arasında, çakmak taşından yapılmış el baltaları, çeşitli kazıyıcılar süs takıları ve ok uçları ile su aygırı parçaları bulunmuştur. Karain Mağarası'na, basamak şeklinde düzenlenmiş bir patika ile çıkılmaktadır. Mağara içi elektrik ışığı ile aydınlatılmış olup kısmen turizme açılmıştır.

Beldibi Mağarası
Antalya bölgesinin ikinci önemli prehistorik merkezidir. Mezolitik Çağın seramikli ve seramiksiz bölümleri en güzel biçimde burada bulunan malzemelerle tanınmaktadır. Çakmak taşı gereçlerinin yanısıra çanak çömlek parçaları özellikle aşı boyası ile kayalar üzerine yapılmış yaban keçisi ve benzeri hayvan figürleri ilgi çekicidir. Karain Mağarası'nda eksik olan mezolitik kültürünü de bu yerleşme yeri tamamlamaktadır.

Kocain Mağarası
Antalya - merkezden 50 km kuzeyde Ahırtaş Köyü'nde bulunan bu mağaraya Burdur asfaltının 27. km'sinden kuzeye sapan yolla gidilmektedir. Mağara henüz turizme açılmamıştır. Mağara, boşluğunun (hacminin) büyüklüğü bakımından ülkemizin en büyük mağarasıdır. İçinde dev dikitler vardır. Bu dikitlerden çapı 8 m ve yüksekliği 35 m olanları vardır. Mağara, Ahırtaş Köyü'nün 2 km kuzeyindedir. Çıkış 2 saat, iniş ise l .5 saat sürmektedir. Mağaraya Ahırtaş Köyü içinden, Çakırlar köy yolundan ve Ahırtaş'ın Gökseki Mahallesi'nden olmak üzere 3 değişik yolla çıkılabilir.

Karataş - Semahöyük Mağarası
Antalya'ya 115 km uzaklıktadır. Karain ve Beldibi Mağaralarından sonra en eski yerleşim merkezi olarak bilinir. 1961 yılından beri kazılar yapılmaktadır. Bu bölgedeki en eski yerleşme "Bronz Çağı"dır.

Damlataş Mağarası
Damlataş Mağarası, 1948 yılında vapur iskelesi inşaatında kullanılmak üzere taş ocağı olarak tespit olunan bugünkü yerinde, bir dinamit ateşlenmesi sonucu bulunmuştur. Birbirinden güzel binlerce sarkıt ve dikitlerle süslü bu mağara hemen koruma altına alınıp mağara hakkında araştırmalara başlanmıştır.

Mağara hakkında ilk araştırmalar, Galip Dere tarafından yapıldı. Galip Dere, gazetelerin birinde 2. Dünya Savaşı zamanında atılan gaz bombalarından korunmak için bir mağaraya sığınan Almanların içinde astımlı olanların şifa bulduklarına dair bir haber okur. Mağaranın sağlık açısından faydası konusunda resmi incelemeler başlar. Doktor ve kimyagerlerden oluşan ekibin incelemelerinden sonra mağaranın astıma iyi geldiği tespit edilir.

Mağaranın kapısından içeri girince 45-50 m uzunluğunda bir geçit, 13-14 m çapında ve 15 m yüksekliğinde silindirik bir boşluk, ayrıca 15000 senede oluşmuş sütunlar vardır. Mağaranın iki katlı olan boşluğu 2500 metreküp hava ihtiva etmektedir. İçindeki ısı yaz-kış 22.3 derecedir. Mutlak nem 19.6 derece nispi nem %98'dir. Mağara dış tesirlerden arınmış olup havasında bol miktarda asit karbonik vardır. Hava basıncı deniz seviyesinden biraz aşağıda olmasına rağmen 760 mm dir.

Mağara boşluğunun tamamı 180-200 metrekaredir. Mağara etrafındaki kalınlık 10 m'yi bulduğu için çökme ihtimali yoktur. Senenin 5-6 ayında devamlı damlar.

Mağaranın Tıbbi Fonksiyonu : Mağaranın astıma iyi gelen dört vasfı olduğu tespit edilmiştir. Mağaranın ortamında bulunan normalde 8-10 misli fazla karbondioksit, yüksek oranda nem, alçak sühunet, radyoaktive gibi unsurların ilk ikisinin astıma iyi geldiği, diğer ikisinin de yardımcı faktör olarak kabul edildiği bilinmektedir.
Alanya'ya tedavi için gelen hastaların, öncelikle bir doktordan mağaraya girmesinde bir sakınca olmadığına dair rapor alarak, mağaranın ilgili memuruna baş vurması gerekmektedir. Tedavi süresince sembolik bir ücret ödenir.

Dim Mağarası
Alanya merkezinin 12 km doğusunda bulunan Cebereis Dağı'nın yamacındadır. Mağaraya Alanya Belediyesi'nin açtığı yolla ulaşım kolaylaştırılmıştır. Turizm açısından büyük bir önem taşıyan ağaranın batıya bakan bölümünde büyük ve geniş ağzı vardır. İçindeki sarkıt, dikit ve sütunları, havasının serinliği ile gezmeye değr yerlerden biridir.

Hasbahçe Mağarası
Alanya'nın Küçük Hasbahçe Mahallesi inişdibi mevkiinde şehire 4 km kadar uzaklıktadır. Damlataş Mağarası'ndan birkaç misli büyük olan mağarada henüz derinlemesine bir araştırma yapılmamıştır.
Kadı İni Mağarası
Alanya merkezinin 15 km kadar kuzeydoğu istkametinde, Çatak mevkii denilen yerde bulunmaktadır. Çevrede bulunan piknik yerleri buraya ayrı bir güzellik ve canlılık vermektedir.

Korsanlar Mağarası
Bu mağara, eskiden etrafına korku saçan korsanların soygunlardan elde ettikleri malları depoladıkları ve kaçırdıkları kızları tuttukları yer olarak ün salmıştır. Bu mağaranın tahminen l O m genişliğinde, 5-6 m yüksekliğinde olan ağız kısmı teknelerin rahatlıkla içeri girip çıkmalarına imkan verir. İçetiye girdiğinizde; cami kubbesi gibi insanın üzerini örten rengarenk taşlar ve deniz suyunun bittiği yerden kuzeye doğru uzanan karanlık tarifi imkansız güzellikte bir tablo gibi uzanır önünüzde.

Aşıklar Mağarası
Bu mağaranın sarkıt, dikit ve sütunlarla süslenmiş olan kapısı deniz seviyesinden 2 m yükseklikte ve insanın girebileceği büyüklüktedir.

Fosforlu Mağara
Korsanlar Mağarasına benzer bir görünüm arz eder. Mağaranın kapısı teknenin içeri girmesine uygun büyüklüktedir. Deniz dibinde çok güzel bir manzara mevcuttur.

Altınbeşik Mağarası - Düdensuyu Mağarası
Altınbeşik - Düdensuyu Mağarası, Antalya'nın İbradı ilçesinin Ürünlü Köyünde olup iki yolla gidilebilir: I. Yol; 55 km'lik dağ yolu olup Avasort (Yayla Alanı) Tefekli Çeşmesi, Moiz'in Hanı yolundan direk Ürünlü köyüne varan yoldur. II. Yol; Alanya yolundan ayrılan Konya yolu olup Akseki'ye 5 km kala sapan İbradı, Ormana içinden Urünlü'ye varan yoldur. Mağaraya l .5 saatte inilmekte ve 2 saatte çıkılmaktadır. Mağaranın denizden yüksekliği 450 m, Ürünlü Köyü'nün ise 750-800 m.'dir.

Bu mağara ilk kez 1966 yılında, Türkiye Speleoloji Derneği kurucu ve onur başkanı Dr. Temuçin Aygen tarafından, bölgede Oyrnapmar Barajı ile ilgili araştırmalar yaptığı sırada bulunmuştur. Altınbeşik ismi o zaman Temuçin Aygen tarafından verilmiştir. 1966-1967 yıllarında İngiliz ve Fransız mağaracıları ile ilk incelemeler yapılarak kamu oyuna tanıtılmıştır.

Ülkemizin uluslararası çapta bilimsel önemi bulunan bu mağara içinden çıkan su, yer altından Beyşehir Gölü ile bağlantılıdır. Altınbeşik-Düdensuyu Mağarası birkaç kat üzerine yapılmıştır. Mağaraya 200 m uzunluğundaki bir yer altı gölü üzerinden botla girilmektedir. Bu gölün sonunda şahane güzellikte traverten oluşumları vardır. Göl sonunda 44 m'lik dikey bir traverten oluşum üzerinden ikinci kata çıkılmakta ve orada da 130 m uzunlukta ince, uzun sığ bir göl başlamaktadır. İkinci katın sonuna kadar küçük gölcüklerle orta kısımda da göçük yapan çok büyük ve yüksek bir salondaki kalker blokları üzerinden 1.5 km kadar ilerlenebilmektedir. Mağaranın bu bölümü kısmen fosil duruma gelmiştir. Üst katta sağ ve sol tarafında olan yan kolların hepsi henüz araştırılmamıştır.

Altınbeşik- Düdensuyu Mağarasındaki speolojik araştırmalar henüz bitmemiştir. Zaten mağara turizme açıldığında da bütün sistemin dolaşılması söz konusu değildir, yukarıdaki ikinci katın ortalarına kadar mağaranın en fazla l km'lik kısmı turizme hazırlanacaktır. Altınbeşik - Düdensuyu Mağarası halen aktif bir sistem olduğundan bu durumu da gözetilerek turizme açılacaktır. Feyezan sırasında düden patlaması olmakta ve mağaradan çok büyük su çıkmaktadır.

Kaş ve civarında, yaz aylarında turistlerin ilgisini çeken ve gezilen deniz mağaraları vardır.

Kekova Adası Deniz Mağarası
Salyangoz Limanı (Karalos) yanında yer alan iki ağızlı küçük bir mağaradır.

Aşırlı Adası Deniz Mağarası
Kale (Demre)'nin iskelesi olarak kullanılan Çayağzı plajından, Kekova'ya giden ve Kale Köyüne (Simena) gelirken bu mağaranın önünden geçirilir. Üçüncü zamanda kalma kalkerler içinde, denizin aşındırmasıyla oluşmuş çok güzel bir mağaradır. Yaz aylarında turistlerin gezip-görmek için tercih ettikleri yerlerin başında gelmektedir.

Mavi Mağara
Kaş-Kalkan arasında deniz kıyısında olan Mavi Mağara, Kaşa 18 km. Kalkan'a ise 6 km uzaklıkta olup, Kapıtaş Plajı yakınlarındadır. Eskiden fok balıklarının içinde yaşadığı bilinen Mavi Mağara 1972 yılında Jeolog Dr. Temuçin Aygen tarafından bulunmuştur. Güneş ışıkları mağaranın içine deniz dibinden yansıyarak girmekte ve mavi parlak fosforesson rengi meydana getirmektedir. Mağara 50 m. uzunluğunda, 40 m genişliğinde ve 15 m yüksekliğindedir.

Güvencinlik Deniz Mağarası
İnce Burun'un arkasında yer alan bu mağara Kalkan'a 2 km mesafedederi. Güvercinlik Deniz Mağarası, çok sayıda yabani güvercini barındırmaktadır. Mağaranın içinden küçük bir yeraltı deresi denize karışır.

Güvercin İni Deniz Mağarası
Güvercinlik Mağarası'na 100 m uzaklıktadır. Küçük, dar ağızlı bir mağaradır. Yaklaşık 40 m uzunlukta olup tavanı da yüksektir.

İncirli Deniz Mağarası
Finike'ye 1.5 km mesafededir. İçinde yeraltı gölü bulunmaktadır. Kaş ve çevresinde aşağıdaki kara mağarları da mevcuttur.

Hıdırellez Mağarası
Kaş ilçesinin güneyinde ve karşısındaki Limanağzı Koyu'nda bulunan bir mağaradır. Halk tarafından Hıdırellez zamanında ziyaret edildiği için buraya bu isim verilmiştir. İçinden yeraltı deresi de akan mağarada ilk Hristiyanlık döneminden kalma fresklerin olduğu bilinmektedir.

İnbaş Mağarası
Kalkan bucağına bağlı Bezirgan Köyü'nün sahilinden biraz içeride kalan İnbaş mevkiinde oldukça büyük bir mağaradır. Yol, yakınına kadar gitmektedir.

Bayındır Mağarası

Halk arasında "Elif Mağarası" da denilen küçük bir mağaradır. Bayındır Köyü'nün Limanağzı mevkiinde bulunmaktadır.

Akbaş/Zeytinlitaş Mağarası
Serik İlçesi'nin 18 km. kuzeyinde Akbaş Köyü Gökçeler Mahallesi'nde Zeytinlitaş adlı kayanın zemininde yer alır. Mısır elde etmek için taş kırma çalışmaları sırasında rastlantıyla ortaya çıkmıştır, iki galeriden oluşur. Zemininde su vardır. Gözalıcı, ince sarkıt ve dikitleriyle dikkati çeker.

Zeytinlitaş Mağarası'na ulaşmak için Serik'ten Akbaş Köyü'ne doğru giderken 18. km. den sağa sapılıp 300 m. kadar stabilize yol izlenecek. Mağara karşınızdadır.

www.antalya.gov.tr

ZONGULDAK MAĞARALARI

Zonguldak'ta birbirinden farklı özellikte ve yapıda mağaralar bulunmaktadır. Bu mağaraların mesafece birbirine oldukça yakın olmaları ve şehir merkezinde kalmaları dünyada eşine ender rastlanacak bir durumun ortaya çıkarmıştır. Her biri doğa harikası olan bu mağaralar 1980'li yıllarda Arif Engin Gürses başkanlığında yapılan çalışmalar sonucunda Kültür Bakanlığı tarafından sit alanı ilan edilmiştir.

İnağzı Mağarası:
Toplam uzunluğu yaklaşık 1200 m olan yatay yönde gelişmiş olan bu mağara İnağzı'nda demiryolunun hemen yanında yer almaktadır. Mağara oluşum yönünden Zonguldak'ın en zengin mağaralarından biridir ve deniz kenarında bulunması, yazın mağara çıkışında denize girme ayrıcalığını sunmaktadır . Mağarada bulunan oldukça kalın ve ucu sivri sarkıtlar mağaraya görsel yönden ayrı bir hava vermektedir. Mağarada sifona kadar olan mesafede üç tane sürünme gerektiren zorlu geçişler vardır. Bu zorlu geçişler mağarayı insan tahribatına karşı kısmen koruyabilmiştir. İnağzı Mağarası'nın hemen yakınında sahilde bir mağara daha yer almaktadır. Çevrede yaşayan insanlar 15 sene önce bu mağaradan su temin ettiklerini belirtmişlerdir.

Kapuz Mağarası :
Paris Speoloji Kulübü'nün başkanlığını yapmış olan ve 1977 yılında Dr.Temuçin Aygen'in davetiyle Zonguldak mağaralarına araştırma amaçlı geziler düzenlemiş olan Claude Chabert, bir raporunda Kapuz Mağarasıyla ilgili şunları yazmıştır; "Mağaranın girişindeki bölmenin sonunda 3,5 yüksekliğinde bir duvara rastlanır. Nasıl olduğu halen da çözülmeyen bu duvar oldukça önemli bir yığındır... Su içersinde devasal boyutlardaki sarkıtlara rastlanmaktadır. Öyle ki bu sarkıtların bazıları çakıllı nehir yatağına kadar uzanmaktadır."

Bağlık Mağarası:
Kapuz Mağarası'nın hemen yakınında Bağlık Mağarası yer almaktadır. Bu mağara beyaz renkte sarkıt ve dikitlerle süslenmiş bir salona sahiptir.

Ilıksu Mağarası :
1952 yılında İsveçli Biyolog Kunt Lindberg bu mağarada araştırma yapan ilk kişidir. 1971 yılında İspanya'dan gelen dört kişilik ekip mağaranın sonuna ulaşmıştır. Mağaranın içinden aktif yeraltı suyu geçmektedir.

Cumayanı Mağarası :
Dr. Temuçin Aygen' in Türkiye Mağaraları isimli kitabın kapağı, bu mağara içersinde yer alan travertenin fotoğrafıyla süslenmiştir. Bu traverten altın gibi parlayan sapsarı rengi ve biçimiyle doğanın bir sanat eseridir. Cumayanı Mağarası Türkiye'nin en uzun ikinci mağarası olan Kızılelma Mağarası'yla aynı sistemdedir. Kızılelma Mağarası'ndan giren yüzey suları Cumayanı Mağarası'ndan boşalmaktadır.

Sofular Mağarası :
Mağara 1977 yılında BÜMAK tarafından keşfedilmiştir. Dr. Temuçin Aygen' in bir yazısında Türkiye'nin en güzel oluşumuna sahip mağaralarından biri olarak nitelendirdiği Sofular Mağarası, muhteşem salonu, içerdiği bol yarasa gübresi (guana) ile düşey yönde gelişmiş bir mağaradır.

www.karaelmas.edu.tr

YAYINLARI







Karst hidrolojisi ve karstoloji üzerine Türkiye’de uzman bir bilim adamı olan Aygen’in çoğu mühendislik jeolojisi ve karst hidrolojisi konularında olmak üzere, bazıları yurtdışında yayımlanmış çok sayıda yapıtı vardır.

Bunlardan belli başlıları şunlardır:

* "Balya Bölgesi (Balıkesir) jeolojisinin incelenmesi", MTA yayını. 1956.

* "Mağaralar ve Yeraltı Irmakları." Nafıa Vekâleti, DSİ yayını, 1959.

* "Hidroelektrik Santrallerin İnşasında Jeolojinin Ehemmiyetli Rolü", DSİ Yayını, 1963.

* Türkiye Mağaraları "Turkish Caves", Türkiye Turing ve otomobil kurumu yayını, 1984.

* "İller Bankasının Türkiye’de İnşa Ettiği Orta Çaptaki Hidroelektrik Bölge Santralleri, 1986.

* Blue Paradise To Lycia and Lycian Cities, Dost Yayınları, 1988.

* Türkiye’nin Az bilinen Doğal ve Arkeolojik Değerleri IBM Yayınları,1988.


ayrıca

"İlgi",
"Hilton International Magazine Turkey",
"Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu",
"Belleten",
"Tursab (Türkiye seyahat acenteleri birliği yayın organı)",
"Image" (Türk tanıtma vakfının yayını)

gibi birçok dergide Türkiye’nin doğal ve arkeolojik hazineleri konularında gerek İngilizce gerek Türkçe sayısız yazı ve makalesi ile bilimsel konularda yazılmış ve bir kısmı dış ülkelerde basılmış 20'den fazla broşür ve prospektüsü yayımlanmıştır.